Birkaç hafta oluyor. Önce sosyal medyada önüme düşmeye başladı. “Bu dizi beni ele geçirdi”, “bir günde üst üste dört bölüm seyrettim” şeklinde paylaşımlar gördüm. Ama ne ismi ne de afiş fotoğrafları bana çekici gelmedi. Birkaç gün sonra bir arkadaş toplantısında konu yine bu diziden açıldı ve arkadaşlardan biri uzun uzun diziyi anlattı. Biraz yavaş olduğundan, sahnelerin uzunluğundan şikâyet ediyordu ama konuyu anlatmaya başladığında heyecanı belli oluyordu. Peki dedim son hükmün nedir, seyredeyim mi seyretmeyeyim mi? “Boşver, hiç başlama, çok uzun sürüyor” dedi.
Bana sakın seyretme denilen her dizi veya film örneğinde olduğu gibi o akşam eve gelir gelmez YouTube’dan Kızılcık Şerbeti dizisini seyretmeye başladım. Bir de ne göreyim her bir bölüm 2 saat 20 dakika! Ooo dedim bu dizi ne gider ne de biter ama o gece iki çarpı 2 saat 20 dakika bitti bile. Unutmayın ki arada bir de reklam çilesi var. Ertesi akşam tekrar başına oturduğumda üç bölümü devirip, kendimi başından kalkmak için zorlamam gerekeceğini hiç tahmin etmemiştim. Hele hele ilerleyen günlerde gündüzleri de seyretmeye başlayacağımı, boş kaldığım her anda (randevu beklerken, trafikte, mutfakta yemek hazırlarken vs) diziye bağlanacağımı. Böylece günde ikişer üçer bölüm izleyerek iki hafta gibi kısa bir zamanda 22. bölüm sonuna kadar geldim.
Ben tam 22. bölümü bitirdim, RTÜK, Kızılcık Şerbeti dizisi hakkında ‘kadına karşı şiddet ve kadınlara baskıyı teşvik etmeye yönelik yayınlara ilişkin inceleme’ başlattı. Alınan karar sonucu dizi beş hafta durduruldu ve para cezasına çarptırıldı. Atıfta bulunan sahnede ailesinin zorlamasıyla ve kendi rızası olmadan evlendirilen bir kadın yeni kocası tarafından hem cinsel birlikteliğe zorlanıyor, hem de fiziksel ve psikolojik şiddet görüyordu. “Üzerime gelme kendimi aşağıya atarım” diyerek pencereye yaklaştığı anda kocası onu itince pencereden aşağı düşüyor ve ağır yaralanıyordu. İşte bu kurgu sonucu dizide kadına karşı şiddetin teşvik edildiği öne sürülüyor ve bu sahnelerin toplumu olumsuz yönde etkilediği sebebiyle diziye ceza veriliyor.
Peki, bu sahnedeki kurgu bize çok gerçekçi gelmiyor mu? Haberlerde duysak ve seyretsek son yıllarda şaşırmayacağımız kadar sıradan bir olay diyebiliriz. Türkiye’de gerçek hayatta binlerce kez farklı şekillerde yaşanan bir şiddet olayını yansıttığı için (herhangi bir aklama veya güzelleme olmadan hatta tam tersi olumsuz eleştirdiği açıkken) bir diziye ceza verilmesi normal mi? Kadına, erkeğe, çocuğa, yaşlıya, gence şiddet uygulanan birçok film ve dizi var yayında. Hangileri ceza alıp, yayından kaldırılıyor? Bu gibi sorular aklımızda dolanırken Kızılcık Şerbeti dizisinin yayından kaldırılmasının açıklanmayan başka sebepleri olabilir mi acaba diye düşünmeden edemiyor insan.
Mesela; dizide dindar ve muhafazakâr bir ailenin oğlu Fatih ile ultra laik bir ailenin kızı Doğa evlilik öncesi bir ilişki yaşıyor ve Doğa hamile kalınca muhafazakâr aile evlenmelerini kabul ediyor. Eşinin ailesinin konağına taşınan yeni gelinin kapanmasına gerek kalmıyor ancak genç kadının sosyal yaşantısı, üniversiteye devam etmesi ve giyinme tarzı sorun oluyor. Öte yandan Doğa yeni ailesinin kısıtlamalarına karşı mücadele veriyor ve tam istediği kadar olmasa bile kendi özerk dünyasını korumayı başarıyor.
Mesela; en başta bu evliliğe çok sert bir şekilde karşı çıkan laik ve idealist anne Kıvılcım zamanla muhafazakâr aile fertlerini ve onların yaşam şekillerini tanıyor, düşünce şekillerini anlamaya başlıyor ve saygı duymayı beceriyor. Hatta, bomba, muhafazakâr damadın amcasına aşık oluyor ve onunla nişanlanıyor. Empati seviyesi son derece yüksek favori karakterimiz Ömer bilgeliği, centilmenliği, cesareti ile hepimizin konuştuğu adam haline geliyor.
Mesela; anne ve babasının sözünden hiç çıkmayan muhafazakâr ailenin kızı Nursema’nın başlangıçta yeni geline nasıl katı davrandığına, fakat sonradan tüm aile fertlerinin gözü önünde istemediği bir evliliğe zorlandığında ve şiddet gördüğünde yardım istemek için sadece yeni geline güvendiğine şahit oluyoruz. Başlangıçta nefret ettiği gelinin ailesinin ona verdiği koşulsuz destek ve kendi ailesi ile yaşadığı o müthiş yüzleşme sahnesi tüylerimizi diken diken ediyor. Uzun zamandır gördüğüm en iyi oyunculuğu sergileyen, bakışlarıyla bir dünyayı içimize alıp koyan Ceren Yalazoğlu’na da Nursema’ya da şapka çıkartıyoruz. Katı dindar ile ultra laik iki kadının yoldaşlığı, arkadaşlığı, sevgisi içimizi ısıtıyor.
Ama en en büyük bombanın Abdullah Bey’in Alev’e aşkı olduğunu söyleyebiliriz. Abdulllah Bey bu ünlü muhafazakâr ailenin saygıdeğer ve otoriter reisi, Alev de laik gelinin uçarı ve havalı bekâr teyzesi. Bu kelli felli adamın kendi ailesinde kimseye göstermediği toleransı Alev’e göstermesi, ona çiçekler göndermesi, hediyeler alması ve sonunda da ilan-ı aşk etmesi, ama her şeyden öte bu durumu kızı Nursema’ya itiraf etmesi hepimizi allak bullak ediyor. Alev gibi genç ve gösterişli bir kadının, Abdullah Bey gibi yaşça kendinden büyük muhafazakâr bir adamla ne işi olur derseniz de büyük bir yanılgı içine düşmüş olursunuz.
Yani demek istediğim o ki, bu dizi Türkiye’de yaşadığımız birçok şeyi el emeği göz nuruyla ilmek ilmek işliyor. Kutuplaşmayı da, nefreti de, aşağılamayı da, hakareti de. Ama aynı zamanda iki kutup arasında anlamayı, anlaşmayı, empati duymayı, arkadaş olmayı ve aşık olmayı da yaşıyoruz. Ve bu bizi mutlu ediyor. Haksızlıklara karşı kadının direnmesi ve güçlenmesi, farklı kesimlerden gelseler de kadınların birbirine destek olması ve kendilerini savunabilmesi ümidimizi canlandırıyor. Tamam bu bir dizi, ve bu özelliği ile bazı olaylar bir miktar kurmaca abartısına kaçabiliyor. Ama bütününde bu kurmacanın bize verdiği en güçlü hissiyat gerçeklik (zaten zaman anlamında da neredeyse öyle)! Muhafazakâr insanların nasıl toleranslı davranabildiğine şahit olurken, laiklerin nasıl katı tepkiler verebileceğini görüyoruz. Veya tabu meselelerde şahin kesilen laik kadınların zor zamanlarda muhafazakâr kadınlara mücadelelerinde nasıl destek olduğunu izliyoruz. Dizinin bizi bu şekilde ters köşe etmesi hoşumuza giderken kendi kendimizle de hesaplaşıyoruz. Mahalle baskısının insan ilişkilerini, hayatını, duygusal dünyasını nasıl etkilediğini anlıyoruz. Her kesimde statükonun devamını isteyen odakların baskısı altında insanların nasıl paralandığını, neler yaşamak zorunda olduğunu görüyoruz.
İşte bütün bu konular aklıma geldikçe acaba diyorum Kızılcık Şerbeti’ne verilen cezanın sebebi kadına şiddet sahnelerinden öte dizinin bizi bu gerçeklerle ve ümitlerle yüzleştiriyor olmasının yarattığı bir rahatsızlık olabilir mi? Ya da hayatın normal akışında farklı kesimden insanların birbirlerine ne kadar yaklaşabildikleri ve beraber mutlu olabilecekleri fikrinin yayılması ihtimali. Kadınların dayatmayla karşılaştıkları zaman buna karşı çıkarak sadece kendilerini değil, etraflarındakileri de özgürleştirdiklerinin anlaşılması. En tutucu gözüken kişilerin mahalle baskısı bir kenara konulduğunda kendi duygusal dünyalarında hiç tahmin edemeyeceğimiz tarafları olabileceğini görüyor olmamız. Yani aslında yüzleşmenin hem bireyler, hem aileler, hem de toplumun farklı kesimleri nezdinde bir iyileşmeye yol açabilmesi ihtimali mi dizinin en rahatsız eden tarafı?
Şükürler olsun ki Kızılcık Şerbeti’ne verilen cezanın süresi bitti ve dizi tekrar yayına alındı. Ben bütün bölümleri bir çırpıda seyretmiş olduğum için bundan sonra uslu uslu haftada bir kez bu dünyada var olacağım. Ama açık söyleyeyim bundan sonraki dönem benim için yaşadığım 22 bölümlük macera kadar etkileyici olmayacak. Çünkü (klişe olacak ama) Kızılcık Şerbeti seyredilmez yaşanır!