ARAMA
Röportajlar
30.06.2025

Avrupa ve Orta Asya’da Kadınların Barış ve Kalkınma Süreçlerine Katılımı

Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler’de barış ve kalkınma alanlarında uzun yıllar görev almış Aycan Akdeniz Bayram ile bir araya geldik....

Aycan Akdeniz,Sabiha Senyücel Gündoğar

REUTERS/Vasily Fedosenko

Röportaj

30.06.2025
18 DAKİKA OKUMA SÜRESİ

Aycan Akdeniz

Aycan Akdeniz Bayram çatışma ve ihtilaf çözümleri, barış inşası, demokratikleşme, iyi yönetişim, göç ve insan hakları bağlamında siyasi analiz, diplomasi ve program/proje yönetimine dair Avrupa, Orta Doğu ve Orta Asya bölgelerine...
Devamını Oku...

Sabiha Senyücel Gündoğar

Sabiha Senyücel Gündoğar, İstanbul Bilgi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun oldu. Yine aynı üniversitede ve Leiden Üniversitesi’nde iki ayrı yüksek lisans çalışması tamamladı. Türkiye'nin...
Devamını Oku...

Etiketler

PAYLAŞ

Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler’de barış ve kalkınma alanlarında uzun yıllar görev almış Aycan Akdeniz Bayram ile bir araya geldik. Hem uluslararası düzeydeki birikimi hem de Türkiye’de sivil toplumla kurduğu güçlü bağlarla, bölgedeki kalkınma gündemini ve kadınların barış inşa süreçlerine katılımını konuştuk. Aycan, aynı zamanda 2000’li yılların başından bu yana hem mesai içi hem dışında arkadaşım. Bu söyleşide, profesyonel birikimini samimiyetle aktardı. Söyleşimizi aşağıda buabilirsiniz. - Sabiha Senyücel Gündoğar

Öncelikle bize kendi yolculuğunuzdan biraz bahseder misiniz? Seni barış ve kalkınma alanında çalışmaya ne yöneltti?

Ben şu an kariyerimde 20 yılı geride bıraktım. Geriye dönüp baktığımda barış ve kalkınma alanına odaklanmam doğal seçim yoluyla oldu diye düşünüyorum. Kıbrıslıyım. Uzun soluklu ve sürüncemede olan ihtilaflı bir ortamda bir adada yaşamak, beni küçük yaşlardan itibaren hem siyasetin içinde hem barış inşa çabalarının içinde kıldı. Doğalında kendimi bu ekosistemin içinde buldum. Üniversitede ne okuyacağıma karar verme zamanı geldiğinde hiç tereddütsüz ve düşünmeden siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler okumak istediğimi biliyordum ve o yönde devam ettim. 

Bugün dönüp baktığımda da bu seçimden pişman olmadım. Mezun olduktan hemen sonra önce Amerika'da ve ardından Türkiye'de demokratikleşme süreçleri, toplumsal barış inşasına yönelik çalışmalar yapan iki sivil toplum örgütünde çalışma fırsatım oldu. Zengin tecrübeler edindim. Sivil toplum örgütlerinde çalışmak bence insanı geliştiren ve donanım açısından nitelik katan bir tecrübe. Bu tecrübelerle ihtilafların çözümü, kalkınma, demokratikleşme gibi konulara yoğunlaşma isteğim profesyonel olarak da pekişti. Ve sonrasında kendime uluslararası örgütlerde bir çizgi  çizdim. Önce Avrupa Birliği'nde yaklaşık 17 yıl çalışma fırsatım oldu. Hem Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu’nda Avrupa Birliği -Türkiye ilişkileri üzerine çalıştım, hem de Avrupa Birliği'nin merkezi Brüksel’de görev yaptım. Brüksel’de  Avrupa Birliği'nin Arap ve Körfez ülkeleriyle ilişkilerine katkıda bulunan biriminde çalıştım. Bu süreçte diplomasi ve diplomasinin barış süreçlerine katkısının ne olduğu, Türkiye'nin adaylığı ve uluslararası aktörlerin üçüncü ülkelerde demokratikleşmeyi, kalkınmayı nasıl desteklediklerini gözlemleme ve bunun parçası olma şansım oldu.

Belirli bir olgunluk sürecinden sonra ana konuma tekrardan odaklanma isteği oluştu. Sahada ihtilaf çözümleri, barış inşa süreçlerine aktif destek verebileceğim bir iş arayışına girdim ve bu beni Birleşmiş Milletler'e (BM) taşıdı. Son 3 yıl BM’nin Avrupa ve Orta Asya bölge ofisinde barış ve kalkınma danışmanı olarak çalıştım. 

BM’de barış ve kalkınma danışmanları ne yapıyor? 

Barış inşasında kalkınma perspektifinden çözümler üretmek üzere küresel ölçekte mobilize edilmiş, politika üreten bir ekip düşünebiliriz. Ben de o global ekibin parçasıydım ve ağırlıklı olarak görevim, 18 ülkeyi kapsayan Avrupa ve Orta Asya bölgesinde, ihtilaf durumları, çatışma ve savaş durumları karşısında çözüm politikaları geliştirmekti. Barış inşası ve dolayısıyla kalkınma süreçlerinin devamını getirebilecek politikaların üretimine katkıda bulundum. 

Somut bir örnek verebilir misin? Barış ve kalkınma inşasına katkıda bulunduğun bir örnek var mı?

Dünyanın genelinde çok fazla ihtilaflı konu ve coğrafya var. Bunlardan biri de Orta Asya. Orta Asya devletleri Sovyetler Birliği'nin dağılımından sonra oradaki doğal kaynakların paylaşımı konusunda ortak bir çerçeve oluşturamadılar. 5 ülkenin kabul ettiği ne kapsamlı yasal bir çerçeve var ne de kurumsal bir yapı. Dolayısıyla su gibi temel olan doğal kaynakların kullanımı ihtilaf konusu haline gelebiliyor.  Bu sorunun yaşandığı yerlerden birisi de Fergana Vadi bölgesi. Burada ağırlıklı sulu tarım yapılıyor ve bu bölge 3 ülke arasında paylaşılmış; Özbekistan, Tacikistan ve Kırgızistan. Su kaynaklarının kullanımı için sürekli sınır bölgelerinde köylüler arasında başlayan sonrasında güvenlik güçlerinin de dahil olduğu çatışmalar çıkıyor. 
Görev süremde bu ülkeler arasındaki sınır belirleme teknik görüşmelerine destek verdik. Daha doğrusu kolaylaştırıcılık yaptık. Yerel toplumlarla çalışıp aslında su kaynaklarının ortak çıkar doğrultusunda nasıl kullanabileceğine ve ihtilafların çatışmasız yollarla nasıl ortadan kaldırabileceklerine dair  beceriler edindirmeye çalıştık. Geçen sene ilk önce Özbekistan ve Kırgızistan arasında bir sınır anlaşması imzalandı, sonrasında da Tacikistan ve Kırgızistan arasında. Sovyetler Birliği'nin çöküşünden itibaren süregelen ciddi bir sorun bir nebze de  olsa aşılma yoluna doğru girdi. Ben de görevim vesilesiyle BM’nin bu sürece yaptığı katkının aktif bir aktörü oldum. 

Birleşmiş Milletler’de üst düzey bir görevde bulunan bir kişi olarak, bu yolda seni en çok etkileyen dönüm noktaları neler oldu?

Dönüm noktasından ziyade aydınlanma süreçlerim oldu diyebilirim. 20 yıla yakındır uluslararası örgütler içerisindeyim ve farklı coğrafyalarda çalışıyorum. Bu süreçte 3 temel aydınlanma yaşadığımı söyleyebilirim. 

Birincisi, ihtilaflar ve çatışmalar her yerde. Ben 20 yıl önce Kıbrıs'tan çıkarken çok lokal düşünüyormuşum. Sadece bizim sorun yaşadığımızı ve niye bu kadar zor bir ortamda büyüdüğümü düşünüp hayıflanan bir gençtim açıkçası. Bu 20 yıllık uluslararası tecrübeyle ve özellikle BM’de coğrafi anlamda daha geniş bir coğrafyada çalışmaya başladığımda ihtilaflı konuların ve çatışmaların ne kadar yaygın olduğunu gördüm. İhtilaflar farklı şekillerde ama her yerde var.  Bunun farkına vardım. Bu bana bir aydınlanma getirdi. Orta Asya'da doğal kaynakların paylaşımından kaynaklanan sorunlar var, Balkanlarda savaş sonrası, iç savaşlar sonrası hala toplumlar arası bir güven eksikliği ve çatışma sonrası barışın tam anlamıyla inşa edilememesi var. Ukrayna'da aktif savaş var.

Afrika'ya bakıyorsunuz çok farklı dinamikler, farklı ihtilaf konuları ama her yerde ihtilaflar var. Bu bir sorunsal; neden  bu kadar yaygın ihtilaf ve çatışma var? Neden biz uluslararası camia olarak ve uluslararası toplum olarak bunları çözemiyoruz? Hala uluslararası toplumun bir aktif çalışanı olarak bu benim için bir soru. 

İkinci aydınlanmam, uluslararası örgütlerin  ihtilaf ve çatışma çözümleri süreçlerine dahil olmasıyla ilgili. BM’de aktif olarak çalışmaya başlayınca görüyorsunuz ki çok taraflı kurumlar etkin olmaktan maalesef uzak. Sebep olarak kurumların inşa modelleri gösterilebilir ama bence temel sebep önde gelen ülkelerdeki siyasi irade eksikliği. Özellikle son 5 -10 yıl için bunu söyleyebiliriz. Hem küresel ölçekte hem de bölgesel seviyede, uluslararası toplumun önde gelen aktörlerinin hemen hepsinde bir irade sorunu var. 

Bunun yanı sıra pozitif dinamikler de var. İhtilaflı toplumlarda çözümü dışarıdan beklememe ve kendi yaratma isteği var.  Dolayısıyla umut yok değil. Benim aydınlanma dediğim de bu; uluslararası örgütlerden her şeyi beklemek yerine iradeyi kendi eline alıp kendi çözümüne yönelik çaba göstermek ve yatırım yapmak. Bunun mümkün olduğunu gördüm. 

Üçüncü olarak da şunu söyleyebilirim, uluslararası örgütleri, Birleşmiş Milletler olsun, Avrupa Birliği olsun,baktığımızda hep ilerici, çalışma koşulları iyi örgütler olarak düşünüyoruz.  Bu doğru ama toplumsal cinsiyet eşitliği söz konusu olduğunda cam tavan dediğimiz kavram maalesef buralarda da var.  Kadın erkek eşitliği konusunda veya toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda en ilerici politikaları kendine idealize etmiş ve  uygulamaya çalışan örgütlerde bile bu cam tavan sorunu kadınlar için var.  Ancak yine de bir pozitif notla bitirmek istiyorum. Uluslararası örgütlerde öncelikle Birleşmiş Milletler’de ve Avrupa Birliği’nde ilham veren örnekler de var. Etkin konumlara gelmiş kadınlar var. Çalışma hayatının her seviyesinde kadının karar alma süreçlerinde daha etkin yer alması için politikalar ve bunu hayata geçirmek isteyen bir irade var. Dolayısıyla kötünün iyisi gibi bir durum ama maalesef bu kurumlarda dahi cam tavan kadınlar için halen söz konusu.

Dünyada senin de saydığın birçok çatışma yaşanıyor. Avrupa ve Orta Asya bölgesinde şu anda en acil barış ve kalkınma sorunları sence neler? Bu sorunlar kadınlar ve çocuklar tarafından nasıl farklı deneyimleniyor?

Bu soruya Avrupa ve Orta Asya özelinde değil küresel bakarak cevap vermek istiyorum.  Küresel bir dünyada yaşıyoruz ve küresel dinamikler bölgesel dinamiklerle iç içe geçmiş durumda. Dünyada neyi görüyorsak aslında bu bölgede de onun yansımasını görüyoruz. Her bölgede bu böyle diye düşünüyorum. 

Burada üç temel dinamik veya sorunsal var. Birincisi, devletler arası veya devlet temelli çatışma ve savaşlar, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en yüksek seviyede. Özellikle Ukrayna savaşının başlamasıyla son 5 yıllık zaman diliminde yaşadığımız devlet temelli çatışma ve savaşlar, 2. Dünya Savaşı’yla neredeyse başa baş gidiyor.  Bazı analistlerin üçüncü dünya savaşını yaşıyoruz demesi aslında çok da yanlış bir durum tespiti değil. 
Bunu ne anlamda söylüyoruz? Ölüm seviyelerine bakıyoruz. İhtilaflardan, çatışmalardan ve savaşlardan ölüm seviyeleri 2. Dünya Savaşından sonra 2024 yılında tavan yapmış durumda. Geçen senenin rakamlarına bakıyorum 230 bine yakın kişi ölmüş. Ukrayna savaşı tek başına geçen sene 67.000’den fazla kişinin ölümüne neden olmuş. Bu bize neyi gösteriyor? Temel güvenlik, insan güvenliği kaybolmuş durumda.

Temel güvenlik sorunumuz var. Kalkınmadan önce her şeyden önce insanın temel güvenliğiyle ilgili bir sıkıntı var. Küresel ölçekte ve bu coğrafyada. Biz bunu aşamazsak zaten kalkınmanın önünü de açamayız. Buna kadın ve çocuklar açısından da bakmak gerek. Cephede veya  savaş durumlarında ön saflarda hayatını kaybedenler ağırlıklı erkek olabilir ama geride kalan da ağırlıklı olarak kadın ve çocuklar.  Özellikle çocuklar çok ciddi etkileniyorlar. Birinci tespit veya dinamik bu.  

İkinci tespitim bu çatışma ve ihtilafların insani maliyeti meselesi. İnsan hayatının kaybından bahsettik ama bir de insani maliyet var.  Bu insani maliyet sadece hayatını kaybedenlerle ölçülmüyor. İstatistiklere bakarsak son 10 yılda çatışma ve savaşlardan dolayı yerinden edinilmiş insanların sayısı rekor kırıyor ve gittikçe yükselen bir çizgi var burada.

Örneğin sadece Sudan'daki iç savaştan ötürü 11 milyona yakın kişi yerinden edildi. 2023 ve 2024 yılı zarfında bu sayının 3 milyonu mülteci oldu, yani ülke dışına çıkmak zorunda kaldı. 8 milyon da ülke içinde yerindenedinilmiş. Böylesi büyük bir insani maliyet var. Ukrayna savaşında 5 milyonu aşkın mülteci söz konusu şu ana kadar. Bu savaşın insani maliyeti bütün bu coğrafyayı etkiliyor. Hem ölüm sayıları hem de geniş anlamda insani maliyet zirve yapmış durumda. Ve burada yerinden edilenlerin 90% fazlası Ukrayna özelinde kadın ve çocuklar. Erkekler zaten cephede. Geriye kalanlar ve göç etmek zorunda kalanlarsa kadın ve çocuklar, dolayısıyla yine kadın ve çocukların  bu ortamlardan direkt ve farklı bir şekilde etkilendikleri durumlar söz konusu. 

Son tespitim de şu: devlet temelli veya devlet odaklı çatışma ve savaşlardan bahsettik ama aynı zamanda iç savaşlar, devlet dışı aktörlerin de dahil olduğu iç savaşlar da çok yaygınlaştı. Üçüncü taraflar kendi çıkarları doğrultusunda bu iç savaşlarda çatışma taraflarına destek verebiliyor. Bu şu anki jeopolitik kutuplaşmanın getirdiği bir durum. Bu dinamik gerçekten çok baskın hale geldi ve artan iç savaşların çözümünü çok çok zorlaştırmaya başladı. Biz bunu Suriye’de, Libya’da gördük. 

Aynı durumu Kafkaslar’da da görüyoruz. Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki ihtilaf sadece bu iki devlete arasında bir ihtilaf değil, farklı tarafların farklı çıkarları doğrultusunda yön vermeye çalıştığı bir ihtilaf. Yine Balkanlar da aynı durum söz konusu. Orada da Rusya'nın etkisiyle Batı etkisi birbiriyle bir şekilde çatışıyor diyebiliriz. 

Kadın ve cinsiyet eşitliği üzerinden bakarsak, üçüncü ülkelerin müdahil olması yerel barış dinamiklerini iyice zorlaştırıyor. Barışın yeşermesinin zorlaştığı bir ortamda kadın temelli veya güdümlü olan barış dinamiklerine daha da zorlayıcı engeller oluşuyor. Bu durum  sivil alan dediğimiz sivil toplumun, kadın temelli örgütlerin, barış aktivistlerinin yeşermesini sağlayacak ortamın kısıtlanmasına neden oluyor. Bu üç dinamiği hem küresel ölçekte gözlemliyoruz hem de Avrupa ve Orta Asya coğrafyasını doğrudan etkileyen dinamikler.

Kadınların siyasal süreçlere, uzlaşı ve barış süreçlerine katılımı birçok ülkede hâlâ sınırlı kalıyor. Sence bu durum yapısal engellerden mi kaynaklanıyor, yoksa bir alışkanlığın sonucu mu? Bu konuda gözlemlerinizi paylaşabilir misiniz?

Kadınlar ve çocukları çatışma ve kriz ortamlarından ciddi biçimde ve çoğu zaman farklı şekillerde etkileniyor. Son dönem verileri bunu açıkça gösteriyor. Örneğin 2023 yılına ait veriler, çatışmalarda hayatını kaybeden, veya cinsel saldırıya uğrayan kadın ve çocukların sayısının bir önceki yıla göre iki kat arttığını ortaya koyuyor. Bu durum, küresel ölçekte artan çatışmalarla da doğrudan ilişkili.

Ancak bu etkilenmenin yanı sıra, kadınların çatışma sonrası barış ve yeniden inşa süreçlerine katılımı konusunda yeterince ilerleme sağlandığını söylemek zor. Her ne kadar son yıllarda uluslararası araştırmalarda kadınların çatışmalardan nasıl etkilendiğine dair daha fazla veri toplanıyor, analiz yapılıyor ve bu konu görünür hâle getiriliyorsa da, aynı özeni kadınların barış süreçlerine etkin dâhiliyeti  konusunda göremiyoruz. Farkındalık artsa da, çözüm süreçlerinde yer alma konusunda yeterli siyasi irade ve kararlılık hâlâ eksik.

Burada birkaç temel engelden söz edebiliriz. En başta, toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri geliyor. Bu eşitsizlikler genellikle sadece çatışma dönemlerinde değil, çatışma öncesinde de toplumun bir parçası ve çatışma sonrası da varlığını sürdürüyor. Hatta kimi zaman bu eşitsizlikler, çatışmanın bizzat kendisinin de sebeplerinden biri olabiliyor. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği sadece çatışma döneminde gündeme alarak çözülebilecek bir mesele değil; bu yapısal, sürekli çaba ve yatırım gerektiren bir dönüşüm süreci.

Dolayısıyla, bir yerde bir ihtilaf çıktığında ya da çatışma sonrası bir barış süreci başlatıldığında “hadi şimdi kadınların katılımını da sağlayalım” yaklaşımı yeterli olmuyor. Bu, ancak uzun soluklu, sürekli desteklenen ve kararlılıkla sürdürülen politikalarla mümkün olabilir.

Çatışma öncesi neyse sonrasında da aslında aynı durumun yansıması oluyor diyebilir miyiz? 

Evet, daha önemlisi bir ülkede cinsiyet eşitliğinin kazanımı için, bu yönde çaba göstermek için bir çatışma ve ihtilaf yaşanmasını beklememek gerek. Bu temel bir koşul ve her koşulda oluşturmaya çalışmamız gerek. 

Çatışma ve ihtilaf yaşanan durumlarda spesifik olarak iki engel olduğunu düşünüyorum. Birincisi siyasal ve barış  inşa süreçlerinin genellikle güvenlik odaklı gidiyor olması (özellikle başlangıçta). Ve güvenlik odaklı  süreçlerde kadınların içinde yaşadıkları toplumun güvenliğiyle ilgili konulara dahil olduğu pek olmuyor. Öncesinde de, çatışma durumuna giderken de, çatışma durumundan sonra da olmuyor. Genel anlamda kadınların güvenlik alanında eksikliği söz konusu.  Sivil -asker ilişkileri, kamu güvenliği, milli güvenlik konularında kadınlar genelde yok.  El atılması ve uluslararası toplumun da daha çok desteklemesi gereken yer burası. Bu şekilde barış süreçlerinde de kadınların katılımının önü açılabilir.

İkincisi de siyasi ve barış süreçlerinde kadınların katılımının kategorize edilmesi. Yaygınlaştırmaktansa kategorize edilip,  bir tane kadın komitesi veya danışma kurulu kuralım, fikir alalım, kadının katılımını bu şekilde sağlayalım yaklaşımı hakim. Oysa süreçlerin geneline yaymak gerekli. Formal bir süreç varsa heraşamasında kadının var olmasına dikkat etmek gerek. Ama maalesef geleneksel olarak kadının dahil olması hep kategorileştiriliyor. Temel yapısal engellerden biri de bu. Bunu siyasal ve barış süreçlerine destek veren uluslararası camianın göz ardı etmemesi gerekiyor. 

Kadınların barış inşa sürecine dahil olduğu, senin gözlemlediğin, bildiğin ya da birebir dahil olduğun iyi bir örnek var mı? 

Farklı coğrafyalarda, farklı ölçeklerde kadınların barış süreçlerine katılımına dair pek çok örnek var. Benim birebir müdahil olduğum deneyimler üzerinden konuşursam; formal süreçlerde kadınların yalnızca sembolik ya da kategorik olarak yer aldığı, etkisi sınırlı kalan örnekler olduğu gibi, olumlu örnekler de var. 

Örneğin Sudan’da kurulan kadın komitesi, yeni hükümetin oluşum sürecine danışmanlık sağlıyor. Benzer şekilde Suriye özelinde Cenevre’de yürütülen görüşmelere Suriye Kadın Platformu dâhil ediliyor. Bu örneklerde kadınlar formal anlamda süreçlerde yer alsa da, katılımları çoğu zaman sembolik yada az önce konuştuğumuz kategorik düzeyde kalıyor.

Etkili bir örneği ise Tacikistan’ın Gorno-Badahşan bölgesinde gördük. Burası özerk yapıya sahip, etnik ve sosyo-kültürel açıdan farklılıklar barındıran bir bölge. 2023 yılında merkezi yönetim ile bölge halkı arasında yaşanan bir gerilim, devlet müdahalesine ve ciddi çatışmalara yol açtı. Yüzden fazla kişinin hayatını kaybettiği bu süreçte, Birleşmiş Milletler olarak bir durum analizi için bölgeye gittik.

Bu süreçte dikkat çekici olan, çatışmalar sırasında bölgedeki önde gelen yerel kadınların bir araya gelerek güvenlik güçleriyle görüşme talep etmeleri ve arabuluculuk teklif etmeleriydi. Bu girişim sayesinde, özellikle genç erkeklerin öncülüğünde gelişen çatışmaların şiddeti azaldı ve süreç yatıştı. Bu “içeriden gelen uzlaştırıcı aktörlerin” barışı nasıl etkileyebileceğine dair güçlü bir örnektir. O kadınlar müdahil olmasaydı, şiddetin daha fazla tırmanması ve daha uzun sürmesi olasıydı.

Benzer bir başka örnek de Ermenistan ile Azerbaycan arasında yürütülen barış inşası süreçlerinden geliyor. Bu iki ülke arasındaki ilişkiler son derece sınırlı ve toplumlar arasında iletişim neredeyse tamamen kopmuş durumda. Ancak iki ülkeden kadın aktivistler, kendi inisiyatifleriyle bir araya gelip yaklaşık bir buçuk yıl süren bir diyalog süreci başlattılar. Bu sürece çeşitli kolaylaştırıcı aktörler de destek verdi. Ortaklaşa bir güven artırıcı önlemler paketi geliştirip, bu önerileri kendi ülkelerindeki karar alıcı mekanizmalarda yer alan muhataplara sundular.

Bugün iki devlet arasında müzakere edilen barış anlaşması taslaklarında bu kadınların geliştirdiği önerilere dair izler görebiliyoruz. Bu tür inisiyatifler, resmi süreçlerin dışında gelişse de sahada somut etki yaratabiliyor.Dolayısıyla böyle çalışmalar varsa umut da var demektir.

Gerçekten ilham verici örnekler... Sürdürülebilir kalkınma hedefleri birçok başlığı kapsıyor; içinde yeşil dönüşüm gibi çevresel hedeflerin yanı sıra sosyal boyutlar da var. Bu çerçevede, sence cinsiyet eşitliği bu hedeflerin neresinde duruyor? Birleşmiş Milletler’de bu mesele ne kadar merkezde yer alıyor, ne ölçüde samimiyetle ele alınıyor?

Sürdürülebilir kalkınma hedefleri arasında cinsiyet eşitliği başlı başına bir hedef olarak yer alıyor (Hedef 5). Ancak bu sadece Hedef 5 ile sınırlı değil. Diğer 16 hedefin çoğunda da cinsiyet eşitliği alt başlık olarak geçiyor. Birleşmiş Milletler’in devletlerle yürüttüğü tüm çalışmalarda toplumsal cinsiyet eşitliği, temel ve vazgeçilmez bir unsur olarak işlenmeye çalışılıyor. 

Dolayısıyla, kurumsal düzeyde baktığımızda Birleşmiş Milletler’in bu konuda ciddi bir iradesi ve stratejik yaklaşımı olduğunu söyleyebilirim. Cinsiyet eşitliği sürdürülebilir kalkınmanın merkezine yerleştirilmeye çalışılıyor.

Ancak iş uygulamaya geldiğinde, kalkınma hedefleri belgesini imzalamış ülkelerin birçoğu maalesef 2030 hedeflerine ulaşmaktan hâlâ çok uzak. Gerçekten bu hedefe ulaşma konusunda kararlı olan ülke sayısı çok az.

Bu konuda ülkelerin ilerleyebilmesi için ne tür mekanizmalar etkili olabilir?

Benim önerim, devletlerle yapılan görüşmelerde soyut ilkeler yerine somut maliyet-fayda analizleri sunmak. Toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmazsa bunun ülkeye ekonomik ve sosyal olarak neye mâl olacağını göstermek gerekiyor.

Örneğin, eşitliğin sağlanmaması durumunda GSYH (gayrisafi yurtiçi hasıla), kişi başı gelir, iş gücüne katılım, okuryazarlık oranı gibi göstergelerin nasıl etkileneceğini net bir şekilde ortaya koymak önemli. Aynı şekilde, bu alanlara yatırım yapılırsa kazanımların neler olabileceğini de ortaya kolabilmek gerek.

Bu tür somut ve ölçülebilir bilançolar, devletlerin daha gerçekçi ve rasyonel kararlar almasını sağlayabilir. Birleşmiş Milletler bu konuda bazı çalışmalar yapıyor ama henüz bu bilgiler yeterince görünür değil.

Bu maliyet hesaplarının politika yapıcılar üzerinde etkisi olur mu?

Kesinlikle olur. Eğer güvenilir veriler, somut göstergeler sunulursa hem ulusal hem uluslararası düzeyde etkili savunuculuk yapılabilir.
Bu tür analizler sivil toplum kuruluşları, akademik kurumlar ya da uluslararası örgütler arafından yapılabilir. Bence cinsiyet eşitliği savunuculuğu tam olarak böyle yapılmalı.

Son olarak kişisel deneyimini sorabilir miyim? Senin cinsiyet temelli karşılaştığın bir zorluk oldu mu? Olduysa, bu süreçte sana destek olan mekanizmalar nelerdi?

Cinsiyet temelli çok dramatik deneyimlerim olmadı diyebilirim. Çünkü genellikle uluslararası örgütlerde, daha ilerici ve kapsayıcı ortamlarda çalıştım. Ama bu, iş yaşamında kadın olmanın ağırlığını hissetmedim anlamına gelmiyor. Özellikle kariyer basamaklarını çıktıkça, daha üst düzey pozisyonlara geldikçe, bu ağırlığı daha fazla hissetmeye başladım.

Diplomasi alanı örneğin — birçok ülkede ve kurumda hâlâ oldukça ataerkil bir yapıya sahip. Avrupa Birliği'nin Brüksel’deki merkezinde ve Ankara temsilciliğinde görev yaptığım dönemde bunu açıkça hissettim. Gerek yerel gerekse üçünce ülke kurumlarıyla olan temaslarda, kadın olarak muhatap alınmak bazen otomatik olarak gelmiyordu. Erkek meslektaşlarla aramızda bu anlamda bir fark hissediliyordu. Bu görünmez bir eşitsizlik.

Bununla nasıl mücadele ettin? 

Bu süreci bilgi ve donanımla aşmaya çalıştım. Zamanla insanlar sizin yeterliliğinizi, birikiminizi anladıkça bu görünmez dirençler azalıyor. Ayrıca çalıştığım kurumlar cinsiyet temelli ayrımcılığa karşı oldukça destekleyiciydi. Temsil gücüm ve haklarım erkek meslektaşlarımla eşit düzeydeydi. Kurumsal destek bu anlamda önemliydi ve o desteği hissetmek beni güçlendirdi.

Peki iş-özel yaşam dengesiyle ilgili neler söylersin? Bu da kadınların daha sıklıkla karşılaştığı sorun alanı olarak sıklıkla karşımıza çıkıyor. 

Evet, kesinlikle. Hangi sistemde olursanız olun, aile kurma ya da çocuk sahibi olma kararı kadın için iki kez düşünülmesi gereken bir konu haline geliyor. Doğum izni, ek izin hakkı gibi süreçlerde bile bazen “işimde geride kalıyor muyum” hissine kapılabiliyorsunuz. Bu, birçok kadının yaşadığı bir ikilem.

Avrupa Birliği kurumlarında uygulanan “ebeveyn izni” politikası bence bu konuda çok başarılı bir politika.Uluslararası çalışanlara yönelik olan bu sistemde, ebeveynler çocukları 12 yaşına gelene kadar yılda bir ay ücretli izin alabiliyor. Yarı maaşlı, tam zamanlı izin imkânı sunuluyor. Bu hem çocuklarınızla nitelikli zaman geçirmek hem de kariyerinizde geri kalmamak açısından çok değerli. Bu sosyal bir devletin de uygulayabileceği bir politika olabilir. 

Diğer Yazılar

Soru ve mesajlarınızı e-posta yoluyla bize iletebilirsiniz.

E-Posta Adresi:
info@sessizolmaz.org
Bizi Takip Edin

©2025 Tüm hakları saklıdır.